Kendimi yokladım, beynimi iki elimin arasına alıp derinlere daldım. Geçmişle gelecek arasında bir yolculuk yapmak istedim. Ne var ki yolculuk iki açıdan da ürkütücü idi.
Önce varlığı düşündüm. Ben varım, hayal değilim. Bir "varlık" olarak "var olma"yı sevdiğimi gördüm. Tattığım tecrübeler devamlı var olmamı istedi. Gelip tecrübe etmişken bir de yok olmak, bir hiç hale gelmek çok ama çok ürkütücü idi. Aslında bedenim yok olmanın umurunda bile değildi. Ama bilincime işlenen bir his beni illa da devamlı var olmaya zorladı. Böyle olunca devamlı var olmak istedim.
Önce varlığı düşündüm. Ben varım, hayal değilim. Bir "varlık" olarak "var olma"yı sevdiğimi gördüm. Tattığım tecrübeler devamlı var olmamı istedi. Gelip tecrübe etmişken bir de yok olmak, bir hiç hale gelmek çok ama çok ürkütücü idi. Aslında bedenim yok olmanın umurunda bile değildi. Ama bilincime işlenen bir his beni illa da devamlı var olmaya zorladı. Böyle olunca devamlı var olmak istedim.
Sonra yokluğu düşündüm. Ben ne de olsa önceden yoktum, olmayabilirdim de. Gelip bu dünyaya düşünmeyebilirdim de. Ama neticede bir "yok" olduğum için "yok oluş" umun korkunçluğunu hissedecek değildim. Bundan sonraki yokluğum da onun gibi olabilir dedim ve yokluğu kabullendim. Hatta yokluğu devamlı varlığa tercih edecek oldum. Devamlı var olmak aslında daha ürkütücü geldi bana. Düşünün sonu olmayan bir hayattasınız. Ne yapıyorsanız ne ediyorsanız bitmiyor, sonu ve ucu yok. Çok vahşi bir şekle büründü aniden sonsuz varoluş. "Bir hiç olmak," "ürkütücü varoluş"tan iyidir dedim.
Sonra baktım, ikisi de aslında iyi değil. Çünkü ben bir faniyim. Fani olan bir varlığın fani olmayanı, sonradan var olan bir varlığın önceden var olmayanı algılaması imkânsız dedim. Bu işi bıraktım. Kendimi işte böyle bir şekilde zamanı takmayan, yeri takmayan, hiçbir şeye ihtiyacı olmayan, zerre kadar işi aksatmayan bir varlığa adadım.
Biz hayata ve her şeye dünyadan ve anlık yaşadığımız hayattan ve onun deneyimlerinden bakıyoruz. Kısacası biz hayatı içinde yaşadıklarımızdan ibaret görüyoruz. Çünkü bedenimiz ile tüm yapımız ile bu dünyanın ve onun şartları içerisinde yaşıyoruz. Bundan olsa gerek sonsuzluğu anlamıyor ve ondan dahi korkuyoruz. Sonsuzluktan korkmak aslında sonsuzluğu tanıyamamaktan geliyor. Çünkü kendisinde bulunan sonsuzlukları yitirmiştir kişi. Madde ve hacmin fani ve basit gündeminin içine sokulmak suretiyle cevherini, enerjisini yitirmiştir. Sonsuzluğun ürpertisi bu zayıf ve dünyaya bakan yani basit ve aciz bir düşüncenin ürünüdür. Dünya ötesini düşünmek istemeyenler zaten düşünmüyorlar da. Onlar zaten hayatı bu dünyadan ibaret gördükleri için sadece bu dünya için vardırlar. Onların zifiri bir karanlıkta tek başına bir ıssız mekâna gidip varlığını sorgulamaları gibi bir lüksleri yoktur.
Varlığı ve hayatı ölümden sonra da düşünenlere ne demeli.İşte onlar içindir sonsuzluk ürpertisi…Onlar içindir kendilerini aciz görmek ve varlığın kahredici bilinmezliği karşısında hayretlere düşmek..Peki neden böyle bir arayış içindedir insanoğlu..Neden yukarıda dediğim türden diğer insan türü gibi gününü gün etmek istemiyor?Psikolojik hastalıkları mı var onların?Yoksa birincilere göre kendi cevherlerinde var olan bir özelliği ihmal mi etmiyorlar?Sanırım ikincisi..Çünkü insan doğasında olmayan bir şeyi ne düşünebilir ne de uydurabilir.İşte sorun, o düşündüğünün uydurma mı olduğu,hurafe mi olduğu yoksa hakikat mi olduğudur?
Yorumlar
Yorum Gönder