Ana içeriğe atla

İkisi de kötü, fani olmak da sonsuz olmak da

Kendimi yokladım, beynimi iki elimin arasına alıp derinlere daldım. Geçmişle gelecek arasında bir yolculuk yapmak istedim. Ne var ki yolculuk iki açıdan da ürkütücü idi.
Önce varlığı düşündüm. Ben varım, hayal değilim. Bir "varlık" olarak "var olma"yı sevdiğimi gördüm. Tattığım tecrübeler devamlı var olmamı istedi. Gelip tecrübe etmişken bir de yok olmak, bir hiç hale gelmek çok ama çok ürkütücü idi. Aslında bedenim yok olmanın umurunda bile değildi. Ama bilincime işlenen bir his beni illa da devamlı var olmaya zorladı. Böyle olunca devamlı var olmak istedim.


Sonra
yokluğu düşündüm. Ben ne de olsa önceden yoktum, olmayabilirdim de. Gelip bu dünyaya düşünmeyebilirdim de. Ama neticede bir "yok" olduğum için "yok oluş" umun korkunçluğunu hissedecek değildim. Bundan sonraki yokluğum da onun gibi olabilir dedim ve yokluğu kabullendim. Hatta yokluğu devamlı varlığa tercih edecek oldum. Devamlı var olmak aslında daha ürkütücü geldi bana. Düşünün sonu olmayan bir hayattasınız. Ne yapıyorsanız ne ediyorsanız bitmiyor, sonu ve ucu yok. Çok vahşi bir şekle büründü aniden sonsuz varoluş. "Bir hiç olmak," "ürkütücü varoluş"tan iyidir dedim.

Sonra baktım, ikisi de aslında iyi değil. Çünkü ben bir faniyim. Fani olan bir varlığın fani olmayanı, sonradan var olan bir varlığın önceden var olmayanı algılaması imkânsız dedim. Bu işi bıraktım. Kendimi işte böyle bir şekilde zamanı takmayan, yeri takmayan, hiçbir şeye ihtiyacı olmayan, zerre kadar işi aksatmayan bir varlığa adadım.

Biz hayata ve her şeye dünyadan ve anlık yaşadığımız hayattan ve onun deneyimlerinden bakıyoruz. Kısacası biz hayatı içinde yaşadıklarımızdan ibaret görüyoruz. Çünkü bedenimiz ile tüm yapımız ile bu dünyanın ve onun şartları içerisinde yaşıyoruz. Bundan olsa gerek sonsuzluğu anlamıyor ve ondan dahi korkuyoruz. Sonsuzluktan korkmak aslında sonsuzluğu tanıyamamaktan geliyor. Çünkü kendisinde bulunan sonsuzlukları yitirmiştir kişi. Madde ve hacmin fani ve basit gündeminin içine sokulmak suretiyle cevherini, enerjisini yitirmiştir. Sonsuzluğun ürpertisi bu zayıf ve dünyaya bakan yani basit ve aciz bir düşüncenin ürünüdür. Dünya ötesini düşünmek istemeyenler zaten düşünmüyorlar da. Onlar zaten hayatı bu dünyadan ibaret gördükleri için sadece bu dünya için vardırlar. Onların zifiri bir karanlıkta tek başına bir ıssız mekâna gidip varlığını sorgulamaları gibi bir lüksleri yoktur.

Varlığı ve hayatı ölümden sonra da düşünenlere ne demeli.İşte onlar içindir sonsuzluk ürpertisi…Onlar içindir kendilerini aciz görmek ve varlığın kahredici bilinmezliği karşısında hayretlere düşmek..Peki neden böyle bir arayış içindedir insanoğlu..Neden yukarıda dediğim türden diğer insan türü gibi gününü gün etmek istemiyor?Psikolojik hastalıkları mı var onların?Yoksa birincilere göre kendi cevherlerinde var olan bir özelliği ihmal mi etmiyorlar?Sanırım ikincisi..Çünkü insan doğasında olmayan bir şeyi ne düşünebilir ne de uydurabilir.İşte sorun, o düşündüğünün uydurma mı olduğu,hurafe mi olduğu yoksa hakikat mi olduğudur?

Yorumlar

Bu blogdaki popüler yayınlar

YAPTIKLARIMIZ VE GEREKENLER FARKLI

Üzülmemiz gereken şeyler ile üzüldüklerimiz farklı. Önemsememiz gereken şeyler ile önemsediklerimiz farklı. Yapmamız gereken şeylerle yaptıklarımız farklı. Üzülmemiz gereken ölümden sonrasıdır ama biz ölüm öncesi için üzülüyoruz. Önemsememiz gereken salih amellerdir ama biz kendi iş ve mesleğimizin geleceğini önemsiyoruz. Yapmamız gereken faydalı şeylerdir ama zararlı şeyler yapıyoruz.   Rabbimizin, Kuranı Kerimde insanoğlunun aceleci olduğu şeklindeki ayetinin tezahürünü üzüldüğümüz şeylerde görebiliriz. Rabbimizin, Kuranı Kerimde insanoğlunun cahil ve zayıf olduğu şeklindeki ayetlerinin yansımasını önemsediğimiz şeylerde görebiliriz. Rabbimizin, Kuranı Kerimde insanoğlunun kendisine zulmettiği şeklindeki ayetinin yansımasını da yaptığımız şeylerde görebiliriz.   Kısacası insanoğlu acizdir ve bu acizliğini gördüğü oranda mükemmel bir insan olur. Allah, bizi kendi acizliğini itiraf eden ve Rabbinin büyüklüğünü kabul edenlerden eylesin.

SALGIN HASTALIKLARA KARŞI MANEVİ TEDBİRLER.

1. Tevbe. Allah,bazı belaları kullarının tevbe etmeleri için gönderir. Hz.Yunus kavmi örneğinde olduğu gibi. “Keşke (o helâk edilen beldelerden) bir belde halkı iman edip de imanı kendisine yarar sağlasaydı! Ama Yunus’un kavmi hariç. Nitekim onlar iman edince dünya hayatındaki zillet azabını üstlerinden kaldırmış ve kendilerine belirli bir süreye kadar yaşama imkânı vermiştik” (Yunus, 98). 2. İstiğfar. Allah, istiğfar edenlerin helak edilmeyeceğini belirtiyor. "Sen aralarında olduğun müddetçe Allah onlara (umûmî bir) azap indirmeyecektir.Onlar istiğfarda bulundukları müddetçe, Allah onlara azâb etmeyecektir." (el-Enfâl, 33) Ayetin teşvikiyle bunun seher vakitlerinde olması tercih edilir.(Zariyat-17-18) 3. Başkalarını düzeltme. Ayette Rabbimiz bir kavmin düzgün iken değil de düzeltici iken helak edilmeyecekleri belirtiyor. "Ve senin Rabbin, halkları düzeltici iken, o memleketleri haksız yere helak edecek değildir."(Hud 117) 4. Başkasına hastalık bulaştırmanın k...

İMAN VE TESLİMİYET

  Bir kişinin ilminden, ahlakından, irfanından faydalanabilmenin yolu ona inanmak, ardından söylediklerine teslim olmaktır. Bunu birkaç açıdan açıklayabiliriz. 1. En büyük mürşid ve muallim Allah'tır. Onun irşadı ve talimi, mübarek kelamı Kur'an'da ve vahyiyle bize önder kıldığı Resulü Hz. Muhammed'in(s.a.v) yaşantısı ve sözleriyledir. Bunun hem dünyada hem de ahirette faydasını görebilmemiz için her şeyden önce ona iman etmeliyiz. Bir kişi Kur'an ve sünnet hakkında bilgisi varsa da iman etmeden ona bir faydası olmaz. Bu sebeple Mümin olmak gerekir. 2. İnanmak söylenene sorgusuz teslim olmayı gerektirir. Bir kişi Allaha ve peygambere iman ettikten sonra artık kendisine söylenen her şeyin hayrına olduğunu da düşünerek kendisine yöneltilen emir ve yasaklara teslimiyet içinde olmalıdır. Mahiyetini bilmezse bile iman edip teslim olmak zorundadır. Dolayısıyla Müslim(Müslüman) olmak gerekir. 3. Bir kişiden ilim öğrenen bir talebe de, hocasının ilminden istifade edeb...