Ana içeriğe atla

Kayıtlar

İMAN VE TESLİMİYET

  Bir kişinin ilminden, ahlakından, irfanından faydalanabilmenin yolu ona inanmak, ardından söylediklerine teslim olmaktır. Bunu birkaç açıdan açıklayabiliriz. 1. En büyük mürşid ve muallim Allah'tır. Onun irşadı ve talimi, mübarek kelamı Kur'an'da ve vahyiyle bize önder kıldığı Resulü Hz. Muhammed'in(s.a.v) yaşantısı ve sözleriyledir. Bunun hem dünyada hem de ahirette faydasını görebilmemiz için her şeyden önce ona iman etmeliyiz. Bir kişi Kur'an ve sünnet hakkında bilgisi varsa da iman etmeden ona bir faydası olmaz. Bu sebeple Mümin olmak gerekir. 2. İnanmak söylenene sorgusuz teslim olmayı gerektirir. Bir kişi Allaha ve peygambere iman ettikten sonra artık kendisine söylenen her şeyin hayrına olduğunu da düşünerek kendisine yöneltilen emir ve yasaklara teslimiyet içinde olmalıdır. Mahiyetini bilmezse bile iman edip teslim olmak zorundadır. Dolayısıyla Müslim(Müslüman) olmak gerekir. 3. Bir kişiden ilim öğrenen bir talebe de, hocasının ilminden istifade edeb
En son yayınlar

SALGIN HASTALIKLARA KARŞI MANEVİ TEDBİRLER.

1. Tevbe. Allah,bazı belaları kullarının tevbe etmeleri için gönderir. Hz.Yunus kavmi örneğinde olduğu gibi. “Keşke (o helâk edilen beldelerden) bir belde halkı iman edip de imanı kendisine yarar sağlasaydı! Ama Yunus’un kavmi hariç. Nitekim onlar iman edince dünya hayatındaki zillet azabını üstlerinden kaldırmış ve kendilerine belirli bir süreye kadar yaşama imkânı vermiştik” (Yunus, 98). 2. İstiğfar. Allah, istiğfar edenlerin helak edilmeyeceğini belirtiyor. "Sen aralarında olduğun müddetçe Allah onlara (umûmî bir) azap indirmeyecektir.Onlar istiğfarda bulundukları müddetçe, Allah onlara azâb etmeyecektir." (el-Enfâl, 33) Ayetin teşvikiyle bunun seher vakitlerinde olması tercih edilir.(Zariyat-17-18) 3. Başkalarını düzeltme. Ayette Rabbimiz bir kavmin düzgün iken değil de düzeltici iken helak edilmeyecekleri belirtiyor. "Ve senin Rabbin, halkları düzeltici iken, o memleketleri haksız yere helak edecek değildir."(Hud 117) 4. Başkasına hastalık bulaştırmanın k

NAMAZDA HUŞUNUN ARTMASI İÇİN

  Namaz, kulun Allaha manevi yönde yaklaştığı kendi zayıflığını dile getirdiği bir ibadettir. Bu sebeple dinin direği ve en önemli amel olarak görülmüştür. Namazın dosdoğru kılınabilmesinin fıkhi detayları ilmihal kitaplarında mevcuttur. Ancak huşu ile nasıl namaz kılınacağı konusu önemli bir sorun olmasına rağmen genelde ihmal edilmektedir. Bu sebeple çoğu zaman namazın rekâtları karıştırılmakta ve bazen namazın iade edilmesi durumuna kadar gidilmektedir. Namazda dikkatin dağılıp başka şeylerin akla gelmesi, şeytanın insanı namaz sevabından mahrum etmek için verdiği vesveselerin bir sonucudur. Nitekim Müslüm’de geçen bir rivayete göre Osman İbnu Ebî'l-As (r.a)) anlatıyor:”Ey Allah'ın Resûlü dedim, şeytan benimle namazımın ve kıraatimin arasına girip kıraatimi iltibas etmeme sebep oluyor, (ne yapayım?)" Peygamber Aleyhissalâtu vesselâm bana şu cevabı verdi: "Bu Hınzeb denen bir şeytandır. Bunun geldiğini hissettin mi ondan Allah'a sığın. Sol tarafına üç kere tü

Hangi mezeretler geçerli

  İn sanların çoğu, kendisini hem insanlara karşı hem de Allaha karşı haklı çıkartmak için bir mazeret bulmaktadır. Ancak mazeretlerin çoğunun geçersiz olduğunun farkında değil. Kabil, kardeşinin öldürmek için kurbanının kabul olmamasını bahane etmişti. Hz. Yusuf’un kardeşleri onu kuyuya atmak için babaları tarafından fazla sevilmesini bahane etmişlerdi. Ümeyye b.Salt peygamberliğin kendisine gelmemesini, Ebu Cehil kendi kabilesinden gelmemesini, Yahudiler kendi kavimlerinden gelmemesini bahane ederek iman etmediler. Ebu Leheb köle ile bir olmamak ,Ebu Takip ise Mekkeli kadınların dillerine düşmemek için iman etmekten mahrum kaldı. Bugün de insanları iman ve islamdan uzaklaştıran bir sürü sebep zikrediliyor. Fakat burada önemli olan bu mazeretlerin geçerli olup olmadığıdı.Dikkatlice incelendiğinde günümüzdeki mazeretlerin de çoğunun bahane olduğu görülmektedir. Ayet-i kerimede “ O gün zulmedenlerin mazeretleri dinlenmeyecek (mümin:52) buyurulmaktadır. Bizi amelden geri bırakan, tev

HAKİKAT ARAYIŞINDA AKIL AMAÇ DEĞİL ARAÇ OLMALI

  1.Bilginin üretildiği yer sanıldığının aksine akıl değil, kalptir. Akıl bu bilgiyi yorumlar. Ancak akıl da kalp de bazen sağlıklı olmayabilir. Kalbin sağlığını bozan küfür ve günahlardır ancak aklı körelten bozan küfür ve günahların dışında başka şeyler de var. Bilgiye kolay ulaşmak gibi. 2.Akıl hakikati bulma yolunda bir araçtır, bir hakem değildir. İlim bir okyanustur akıl ise sınırlıdır. İstediğiniz kadar yüzme bilin okyanustan kurtulmak için bir gemi gerekir. Bu bağlamda son sözü akla vermek problemlidir. 3.Sadece akıl ile hakikat arayışına girenin vesvese ve şüpheleri azalmaz. Çünkü akıl bazı meselelerde şüpheli konuları birbirinden ayırt edemez. Çoğu zaman doğru sandığı bir bilginin sonradan yanlış olduğunun farkına varabilir. Bu da vesveselerin artmasına sebep olur. 4.Peygamberlerin hiçbiri akıl yürütme yoluyla vahye mazhar olmamışlardır. Onların vahye hazır hale gelmeleri akli yürütmelerin değil, vicdani arayışların sonucu olmuştur. Elbette Hz. İbrahim kıssasında olduğu

ZEKÂLARIYLA MEŞHUR ONLARCA İSLAM ÂLİMİ VARKEN SADECE EİNSTEİN’İN ZEKÂSINA VURGU YAPMAK

  Haramların insanın beyin aktivitelerini olumsuz etkilediğini artık bilim de kabul ediyor. Harama bakmanın unutmayı artırdığı ve beyni küçülttüğü yapılan bilimsel deneylerle, haram yemenin düşünceyi bulandırdığı ise tecrübelerle sabittir. Nitekim temiz bir ortamda yetişip ilim okumaya başlayan İslam âlimlerinin dehası meşhurdur. İmam Ebu Hanife ve İmam Şafii’nin henüz 6-7 yaşlarda hafız olmaları, Bediüzzaman’ın bir yıl bitirilmeyen kitapları bir haftada hıfzetmesi, müelliflerimizin ve müçtehitlerimizin devasa eserleri ve daha onlarca örnek verilebilir. İman ve islam dairesinde yaşayıp deha olan ve milyonları yönlendiren birçok âlim dururken modern dönemlerde sadece Einstein’ın zekâsına vurgu yapmak, beyninin bilmem yüzde kaçını kullanmış diye laf kalabalığı yapmak, bu gerçekleri bile bile gizlemektir. İmanın insana kazandırdığından mahrum olmaktır. Bu ilim dehaları dururken Einstein ile övünmek, okyanustan haberi olmayan birinin azgın bir nehirle övünmesine benzer.

SOSYAL MEDYADA HUCURAT SÜRESİ HEP AKLIMIZDA OLSUN.

  Yeni bir haber ile ilgili bir paylaşım okuduğumuz zaman " Ey iman edenler! Eğer bir fasık size bir haber getirirse, o zaman araştırın. Yoksa cahillikle bir topluluğa kötülük edersiniz de sonra yaptığınız şeye pişman olursunuz.(Hucurat 6)" ayetini hatırlayıp olayın doğru olup olmadığını araştırmadan yaymayız. İki Müslüman fert veya topluluk arasında kavga olduğu zaman hemen birisini göklere çıkarıp diğerini yerin dibine geçirmeyiz. Bunun yerine " Ve eğer mü’minlerden iki grup savaşırlarsa, o zaman ikisinin arasını düzeltin.(Hucurat 9) ayetini hatırlayıp mevcut fitneyi bertaraf etmeye bir kesim haddi aşana kadar aralarını düzeltmeye gayret ederiz. Sadece partimiz veya cemaatimiz veya siyasi fikrimizde olanları sevip kardeş görmeye başladığımız zaman "Ancak müminler kardeştir.(Hucurat 10) ayetini hatırlar, iman ehli olduktan sonra kendi fikrimizde olmayanları da severiz. Bir kişiyi paylaştığıyla bir topluluğu yaptığıyla hor ve hakir gördüğümüz veya paylaştığımı